Elimde Artur Şopenaur ( ) beyefendinin kitabı var, Kitabın ismi: “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar”.
Yazar Artur, ihtiyarlayınca diyorki “ulan neler yaşadık be, şu yaşadıklarımdan aldığım dersleri not edeyim de benden sonrakilere faydam olsun” tabi o zamanlar TRT yok ki Leyla ile Mecnun dizisi çıkacak da, bizimki gelip “ben çok şey yaşadım, şu dede karakterinin öğüt diyaloglarını bana verin” diyecek de, zaten Türkçe de bilmiyor neyse en son klasik “söz uçar, yazı kalır” diyor ve alıyor eline kalemi.
‘EL ALEM NE DER’ YARGISI VE BAŞKALARI İÇİN BİZ
Bu konu, yani, bizim başkalarının görüşündeki varoluşumuz, doğamızın özel bir zayıflığı sonucunda, istisnasız bir biçimde çok abartılır. […] Başkalarının görüşüne haddinden fazla değer vermek, genel olarak etkili bir kuruntudur: İster kökleri bizim doğamızda olsun, isterse de toplumun ve uygarlığın sonucunda ortaya çıkmış olsun; her durumda bizim tüm yaptıklarımız ve ettiklerimiz üzerinde bütünüyle aşırı ve mutluluğumuza düşman bir etkisi vardır; bu etkiyi “El alem buna ne der?” sorusuna korkakça ve kölece dikkat etmekten, Virginius’un hançerinin, kendi kızının kalbine saplandığı noktaya kadar ya da insanın, ününün sürmesi uğruna, huzurunu, zenginliğini ve sağlığını, hattta ve hatta yaşamını feda etmeye yönelttiği noktaya kadar izleyebiliriz.
Yaşadığımız dönemin en büyük eksikliği, kendimiz. Kendini bulabilen var mı? Ütopyana bak, oralarda bir yerdesin, el alemin dilsiz, kör olduğu; kimsenin seni yargılamadığı dünyan. İşte orada özgürsün, özgür olduğun kadar kendinsin.
Peki şimdi sıyrıl ütopyandan, özgürlüğünü tartışalım, yani sen kimsin? Seçimlerin kime / neye göre? Giyimin, saçın / sakalın, sosyal medyadaki fotoğrafların, fikirlerin, aktivitelerin, attığın slogan, sevdiğin insan, yaptığın alışveriş… hangisi tamamen sana ait?
ÇÖZÜM: NESNE DEĞİL ÖZNE OL
Kendine dönmüş bir yaşam biçiminin, iç huzurumuz üzerindeki böylesine oldukça yararlı etkisi, büyük ölçüde, böyle bir yaşam biçiminin bizi sürekli başkalarının gözü önünde yaşamaktan ve bunun sonucunda, onların herhangi bir görüşünü dikkate almaktan uzaklaştırması ve böylelikle bizi kendimize geri vermesidir. […] …özellikle yarım düzine koyun kafalının, büyük bir adam hakkında nasıl aşağılamayla konuştuklarını duyduğumuzda, yavaş yavaş, başkalarının düşüncesine karşı aldırışsız oluruz. […] …ünün onu arayanlardan kaçtığı ve onu ihmal edenlere geldiği yolundaki değinmenin doğruluğu, buna dayanmaktadır: Çünkü birileri çağdaşlarının beğenisine uyarlarken, diğerleri bu beğeniye kafa tutarlar.
Son satır önemli, çağına kafa tutmadığın sürece sıradan biri olarak kalacaksın, milyonlarca insanlardan sadece birisi olacaksın. Toplum tarafından programlanma; başa geçip toplumu programla diyen akrabalarını da dinleme… Robot değil, insan olmaya ihtiyacımız var.
Dış yargıları yık, toplumu değil. Saygı, sevgi, güven, hoşgörü…
Biz, uygarlık aşamasında, güvenliği ve mülkiyeti yalnızca topluma borçluyuzdur; tüm girişimlerimizde başkalarına da gereksindiğimizden ve onların bizimle ilişkiye girmek için bize güvenmeleri gerektiğinden, onların görüşünün bizim için çok büyük ama yine de dolaylı bir değeri vardır: Bu görüşe dolaysız bir değer atfedemem.