Uzun sessizlikten sonra, birkaç yazı yazmaya karar verdim. İlk yazı, çok beğendiğim “Felsefenin Kısa Tarihi” kitabında, rastgeldiğim düşündürücü hikaye üzerine olacak. İlginç bir hikaye; ahlaki değer/etik, meslek/görev bilinci, yargı… birçok konuyu ele alabilirsiniz.
Hikayenin orjinalini kitabın 35. Bölümünde (Hannah Arendt’in anlatıldığı kısımda) okuyabilirsiniz. Ben detayları çok yutmadan aşağıda özetlemeye çalışayım:
Nazi Adolf Eichmann, çok çalışkan bir yönetici. Yahudilerin Auschwitz ve diğer kamplara nakledilmesi için gereken demiryolunun geliştirilmesinden sorumlu. Sistematik katliam fikri ondan çıkmamıştı, ama ona katkı sağlıyordu.
Naziler, Yahudilerin temel haklarını (eğitim, mülkiyet vb.) ellerinden alan yasalar çıkarmış, onları getto denilen mahallelere toplamış, sokağa çıkarken kollarına sarı yıldız takmaya zorluyorlardı. Savaş nedeniyle yiyecek sınırlı ve yaşam zorluydu. Naziler, Yahudileri toplu olarak şehir dışındaki kamplara, ölüme, götürecek bir yol organize etmeleri gerekiyordu.
Eichmann, taşıma trenlerinin saatinden ve verimli çalıştığından, ağzına kadar doldurulduğundan emin oluyordu. Bu trenlerde; aşırı sıcak veya soğuktan, açlıktan, tifodan ölürlerdi. Ölmeyen büyük çoğunluk ise gaz odalarında öldürülürdü. Eichmann bu suçun işlenmesinde önemli rol oynuyordu.
Savaş bittiğinde, Eichmann Arjantin’e kaçmış ve 1960’ta Mossad izini bulup, yargılamak için İsrail’e götünere kadar gizlenerek yaşamış. Dava başlamadan önce, birçok insan Eichmann’ın korkunç bir canavar, sadist olduğuna inanıyordu. Başka türlü bu katliamın parçası olamazdı. Yıllarca insanları ölüme götüren etkili yolları buldu, tasarladı.
ABD’de yaşayan Hannah Arendt (Alman Yahudi) ise, Eichmann’ın dava raporunu tutuyordu. Kudüs’te çok farklı bir Naziyle tanışıyordu. Karşısında düşünmemeyi seçmiş oldukça sıradan bir adam vardı, şeytani bir sadist değildi, sıradandı, Hitler’in taşıdığı kin onda yoktu. Nazi Almanya’sında yaptığı şeyin doğru olduğuna ikna edilmişti, başarılı bir kariyer fırsatı verilmişti, Eichmann iyi bir iş çıkarmıştı.
Eichmann yalnızca görevini yapmıştı. Diğer Naziler gibi değildi, buna rağmen milyonların ölüme gönderilmesine yardım etmişti. Kendisine karşı ortaya konulan kanıtları dinlerken bile, yaptıklarında büyük bir yanlış görmüyor gibiydi. Ona kalırsa, hiçbir yasayı çiğnememiş, hiç kimseyi doğrudan öldürmemişti. Yasalara itaat etmişti, bunlara uyması için eğitilmişti, etrafındaki herkes de aynı şeyi yapıyordu.
Arendt, gördüğü şeyi “Kötülüğün sıradanlığı” olarak tanımladı. Olayları başkasının bakış açısından görmeyi başaramamıştı. Kendisine verilen kuralları sorgulayacak cesareti yoktu: Sadece onları uygulamanın en iyi yolunu aramıştı. Bir canavar olsaydı, korkunç olurdu, farkedimesi de kolay olurdu. Belki de en korkuncu budur, normal görünmesi. Yapmış olduğu şeyi sorgulamadığı için, insanlık tarihindeki en kötü eylemlerden birinin parçası olmuştu. Ona yap denilen şeyi sorgulamadığı için kitlesel katliamın parçasıydı.
Arendt, Eichmann’ın sadece görevini yaptığını iddia etmişti, onun samimi olduğunu düşünüyordu. Pek çoğu da haksız olduğunu düşünüyordu.
“Çoğu zaman insanlar, hatta caniler bile, haklarında verdiğimiz yargılardan çok daha saf, temiz ruhlu olurlar. Biz de öyleyiz.” der Dostoyevski. Belki de ne canavar ne de sıradandı, sadece bir insandı ve insana has korkulara ve zaaflara sahipti.