“Efendisiz Halklar – Bir Anarşi Antropolojisi”

Bu sene okuduğum, çoğu zaman sıkıcı olduğu için fazla vaktimi alan ama bitişe doğru biraz daha beklentimi karşılayan bir kitabın beğendiğim kısımlarını paylaşacağım. Öncesinde kitap hakkında konuşmak istiyorum.

Kitabı “Anarşist Felsefe” hakkında bilgim olması için sözlüklerdeki tavsiyelere bakarak almıştım, anarşizm üzerine teorik dayanaklar ve toplumsal örnekler okuyacağımı düşünmüştüm; ancak kitabın çoğunda “Avcı Toplayıcılar Arasında Anarşi”, “Anarşist Bahçıvanlar” gibi alt başlıklara sahip olan temel başlıklar içerisinde ilkel toplulukların yaşam biçimi anlatılmış, ardından bu yaşam biçiminin anarşizme yakın olan tarafı ele alınmış. Daha önce adını, varlığını bilmediğimiz bir toplumun pek de ilgi çekmeyen yaşam biçimini okumak biraz sıkıcı oluyor, ancak elbette yeni şeyler öğreniyorsunuz. “Modern Dünyada Anarşi” başlığını okuduktan sonra kitap eğlenceli olmaya başlıyor -yani benim için öyle-, beklentilerimi kısmen karşılar hale geliyor. Belki de kitabın içeriğinin neden böyle olduğunu yıllar sonra başka kitapları da okuduktan sonra anlayacağım 🙂

20170818_233212

Altını çizdiğim kısımlara göz atmak isterseniz (kitaptaki sıraya göre yazılı):

  • Günümüz öğrencileri kilisenin dininden vazgeçmiş olsalar bile, milliyetçilik ve devletçilik dinlerinden vazgeçmediler.
  • Anarşi, hiçbir yöneticinin olmadığı bir toplum durumudur; yönetim yoktur. Anarşizm, 19. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmış, anarşi fikriyle bağlantılı olan, fakat aynı zamanda insan özgürlüğünü ve bireyciliği en üst düzeye koyan daha kapsamlı, öz bilince dayalı bir değerler kuramının parçası ve sonucu olan sosyo-politik bir kuramdır.
  • Anarşist teorinin birey ve özgürlük, devlete karşı olma ve gönüllü işbirliğine dayalı bir sistem kurma arzusu olmak üzere ortak bir kaygısı vardır.
  • İnsanlar davranışların ve olayların tamamen tahmin edilebilir olduğu ortamda huzur bulur.
  • Anarşistler için mesele yapı ya da düzenin var olup olmaması değildir; onlar için mesele ne tür bir yapı ya da düzenin var olacağı ve kaynaklarının ne olacağıdır. Kendi yaşamını kendi düzenleyecek denli özgürlüğe sahip olan bir grup ya da kişi en yüksek düzeyde düzene sahip olacaktır; düzenin yukarıdan ve dışarıdan dayatılması, eğer çocuksu bir bağımlılığı ve güçsüzlüğü teşvik etmiyorsa, kızgınlığı ve isyanı kışkırtır, dolayısıyla kargaşa yaratan bir kuvvet olur.
  • İdeal olarak, gerçek bir gönüllü işbirliğinin hakim olabilmesi için böyle bir dışsal zorlama olmaması gerekir.
  • …şu anlamda anarşisstir: İçlerinden hiçbiri, bir başkasını yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorlayacak denli güçlü değildir. (Yukarıda bahsettiğim toplumlardan birini anlatırken)
  • “Her Nuer(toplum ismi)… kendisini komşusu kadar iyi düşünür.”  –> Burada yazım yanlışı yoksa eğer dikkat etmemiz gerek bir ifade var. “Komşusunu kendisi kadar değil; kendisini komşusunu kadar” deniyor, bu ayrıntı önemli olabilir.
  • Augustinus’a göre iki şehir vardır: Tanrı’yı hor görüp kendini sevmenin dünyevi şehri ve kendini hor görüp Tanrı’yı sevmenin semavi şehri.
  • Aykırı cinsel alışkanlıklar ve giyim tarzları benimseyen ya da uyuşturucu kullanan, aynı zamanda bu tercihlerini açıkça ilan eden topluluklar, içinde yaşadıkları daha geniş topluluğun yaptırımları ya da polis müdahelesi aracılığıyla başarısızlığa davetiye çıkarırlar.
  • Topluluğun kazanacağı başarı büyük oranda üyelerinin uyumlu bir grup oluşturabilmesine bağlıdır ve başvuran üyelerin uygun bir şekilde sınanması uyumlu bir grup kurma olasılığını arttırır. Bu durum elbette ki, sınama, kabul ya da ret etme yetkisine sahip olanlarla, başvuranlar arasında bir “sınıf” ayrımı yaratır – liberterlerin pek de hoşlanmayacağı bir durumdur bu. Buna rağmen, komünal tecrübelere dair yapılan bir araştırma, üye kabülünde yetersiz sınamanın ne kadar sık temel bir başarısızlık sebebi olduğunu göstermektedir.
  • Anarşi, her bir üyesinin kişisel sorumluluk duygusuna sahip vicdanlı, kendine güvenen birer birey olduğu varsayımına dayanır.
  • Nüfusun en homojen ve farklılaşmamış olduğu yerlerde anarşinin hayata geçmesi daha kolaydır.
  • Güce sahip belli bireylerin, otoriterlerinin vazgeçilmez olduğuna ve soumluluğu onlara devrederek yaşamın daha kolay oldğuna insanları inandırarak uyuşturdukları anlamına da gelebilir. Yönetilenler yönetimin en iyisini bildiği, topluma hizmet sağlamanın en etkin aracının bu olduğu, sıradan halkın ise niteliksiz ve vasıfsız olduğu kanaatine inandırılmışlardır. Başarılı herhangi bir kurum gibi yönetim de kendi gerekliliğine halkı inandırarak gelişir. Güç bir kez az sayıda kişinin elinde toplandığında, ondan kurtulmak daha zordur. Yönetim, büyüme ve genişleme yolunda habis bir alışkanlığa ve iflah olmaz bir iştaha sahiptir.
  • …insanî değerlerin sık sık insanları, güvenliği bağımsızlığa, düzeni özgürlüğe ve verimliliği bireyselliğe tercih edecekleri şekilde biçimlendirdiğini düşünebiliriz. Şu açıktır ki, anarşi çalışmayı, sorumluluğu ve oyunu kurallarına göre oynamayı gerektirir. Özellikle günümüzde insanların büyük çoğunluğu sorumluluğu yönetime bırakmaktan memnundur -belki çok tembel olduklarından, belki iktidara sahip olanlar tarafından büyülendiklerinden; belki de, aynı zamanda, kendilerine olan güvenleri güçlüler tarafından zayıflatıldığından…
  • Kişi daha fazla veri toplarken algılayışı da gelişir. Yeni bağlantıları ve ilişkileri görmeye başlar; daha büyük bir içgörüye ulaşır; yeni sezi ve önseziler ortaya çıkar. İşte uzmanlaşma, yaratıcı bir atmosferin oluşmasında temel bir faktördür, zira aynı özel problemlerle uğraşan insanların fikir alışverişi yapmak, birlikte çalışmak ve birbirlerini esinlemek için bir araya gelmesine imkân tanır.
  • İşin aslı biz o insanlara bizim için önemli olan, ancak onlar için olmayan sebeplerle paha biçiyor olabiliriz.
  • Anarşik rejimlerde herkes düşüncesiz bir davranışın olası sonuçlarının fazlasıyla farkındadır. Herkes kendine hakim olmayı öğrenir.
  • Herhangi bir toplumda her tür yaptırım aslında çok küçük bir azınlık içindir. Yarın bütün yasal zorunluluklar kaldırılsa, başlangıçta belki bir suç patlaması olur ancak duruma alışıldıktan sonra o da ortadan kalkar. Aynı zamanda büyük çoğunluk bu suç patlamasına katılmayacak, kendi işlerine olağan şekilde devam edecektir. Bazılarının açıkça sandığı gibi, yasaların kaldırılması halinde insanlar arasında çok büyük bir cinai ve düşmanca davranış patlamasının ortaya çıkacağına inanmak, aslında polisin mevcut gücünü çok fazla abartmaktır. Daha da önemlisi hepimizin doğru ve yanlış hakkındaki yıllara süren koşullamamızı, içsel denetim veya vicdan duygularımızı da çok küçümsemek anlamına gelir.
  • İnsanların niçin itaat ettiği sorusuna yönelik bir varsayım da Lysonder Spooner’in “bir oluşumun görünüşteki destekçileri” sınıflamasıdır: Üçkağıtçılar, kuklalar ve yönetimin kötülüğünü gören ama bundan nasıl kurtulacağını bilmeyen veya kişisel çıkarları nedeniyle buna teşebbüs etmeyen kişiler.
  • Yöneticilerin oy çokluğuyla seçilmesi, kişilerin durumu kendilerinin kontrol ettiği yanılsamasına kapılmalarını sağlayan bir kurnazlıktır.
  • Kamu görevlerine birilerini seçmek, size kimlerin baskı yapacağına dair sınırlı bir seçme hakkına sahip olmaktan çok da farklı değildir.
  • Hem ahlaki hem de etkin bir karar alma sürecinin arayışı halen sürmektedir. En azından en küçük ve daha homojen gruplarda veya grup uyumunun önceliğini hedef edinmiş bir grupta fikir birliği tekniği daha avantajlı görünmektedir.
  • Kanser yaptığına dair kanıtların varlığına rağmen sigara içmek gibi basit bir şey üzerinde ısrar eden insan sayısını düşünürsek, insanların kişisel özgürlüğü tehdit olarak böyle çok soyut ve açıkça daha müphem konularla ilgilenmesini nasıl bekleyebiliriz?
  • Anarşiye ulaşmak sadece devleti dağıtmanın imkânsızlığından dolayı olanaksız değil; bu kurumun lağvedildiğini varsaysak bile, bunun ardından gelecek örgütlenmenin gayri-merkezi, bağımsız ve özgür kalma ihtimali, katılımcıların kendilerini “herkes için eşitlik, özgürlük ve adalet” ilkesine adaması ihtimali kadar şüphelidir.
  • Gerçekten özgür bir topluma asla ulaşılamayacak olması, ulaşılsa bile bunun düşünülebilecek en dayanıksız toplum olacağı gerçeği mücadeleyi terk etmek için bir bahane olamaz. Eğer kendimizi olanın eline teslim edersek, yaşamanın anlamı kalmaz. Ve şayet eğer anarşiye ulaşılacaksa, minicik bir başarı için bile ödenecek en küçük bedel sonsuz bir ihtiyat olacaktır.

Yazar kitabı “People without Government: An Anthropology of Anarchy” ismiyle çıkardığında sene 1998 olarak görünüyor. Dünyanın teknolojik cihazlarla tanışması bile henüz daha yeni ve ülkelerin bir çoğu henüz savaştan çıkmış, hattta bazı ülkelerde savaş devam ediyor. Bu koşullar altında ülkeler asker gücüne yatırım yapıyor, halk ise elbette kendi çıkarları için bu yatırıma destek veriyordu. Savaşı atlatmış olanlar ise yeni nesillere yatırım yapıyor, vatanseverlik adı altında eğitim kitaplarına nefret, kin ekiyorlardı. Durum böyle ve tarih 2000’li yıllara yakın olunca yazarın karamsarlık içinde olmasına elbette hak veriyorum. Ancak göz ardı edilen bir şey olduğunu düşünüyorum: İnternet. İnternet denilen ağ, bu koşullar altında gayri-merkezi olarak oluşmuş ve hiçbir hükümet, kişi ve otorite tarafından yönetilmiyor. Öyle güçlü gelişmiş ki günümüze hükmediyor diyebiliriz. Belki fiziksel olarak Anarşist bir dünya kuramadık henüz ama Anarşiye(sadece otoritersiz olmasıyla benziyor) ulaşan dijital bir dünyamız var ve bu dijital dünya çoğu zaman fiziksel dünyaya yön verdi, veriyor. İnternet varoldukça, devletsiz toplulukların olabilirliği daima ihtimal dahilinde olacak, ancak Anarşinin varsaydığı “her bir üyesinin kişisel sorumluluk duygusuna sahip vicdanlı, kendine güvenen birer birey” koşulunun gerçekleşmesi için fazla zamana ve rafları tozlanmayan kütüphanelere ihtiyacımız var.

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir